Eyvah Boşandım

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

KADINA ŞİDDETE HAYIR!

Son günlerde kadın cinayetleri sonrasında ve akabindeki aleyhine söylemler sonucu gündeme gelen İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen asıl ismiyle “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” tam olarak nedir? Hangi hükümleri getirmektedir ve amacı nedir? Neden bu kadar karşı çıkılmaktadır? Hükümleri ülkemizde tam olarak uygulanmakta mıdır? Bu yazımızda bu soruların cevabını bulmaya çalışacağız.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi İstanbul Sözleşmesi’nin asıl ismi Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesidir. Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadele amacıyla, Avrupa Konseyi tarafından 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan sözleşme Mart 2019 itibariyle 46 ülke tarafından imzalanmıştır. 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ ismiyle anılan sözleşmeyi  imzalayan ve onaylayan ilk ülke Türkiye olmuştu. Hiçbir şerh veya itirazi kayıt olmadan imzalanan sözleşme ülkemizde 1 Ağustos 2014 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.

İstanbul sözleşmesi’nin özelliği nedir?

  • Uluslararası hukukta,  şiddetin kadın erkek eşitsizliğinin ve kadınlara karşı yapılan ayrımcılığın bir sonucu olduğunun vurgulandığı ilk Sözleşmedir.
  • Fiziksel, cinsel, ekonomik ve duygusal şiddet gibi her tür şiddetle mücadele konusunda “Önleme, Koruma, Kovuşturma ve Destek Politikaları” başlıkları altında dört temel hareket noktası olan ilk Sözleşmedir.
  • Şiddetle mücadelede bağımsız bir izleme mekanizması bulunan ve yaptırım gücü olan bağlayıcı ilk Sözleşmedir.

Sözleşme kadına yönelik şiddeti ve ev içi şiddeti konu almaktadır. Sözleşme kadına yönelik şiddetin bütün formlarını, ayrımcılığı ve ev içi şiddeti önlemeyi, şiddete uğrayanlara yardım ve koruma için kapsayıcı bir çatı ve politikalar oluşturulmasını, maddi eşitliğin sağlanmasını, uluslararası alanda kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlenmesi için işbirliği yapmayı, bu tür şiddetle ilgili çalışanları desteklemeyi ve sözleşmenin uygulanmasıyla ilgili olarak da izleme mekanizması kurmayı amaçlamaktadır.

Peki “kadına yönelik şiddet” ve “ev içi şiddet” İstanbul Sözleşmesi’nde nasıl tanımlanmıştır?

Sözleşme’de kadınlara yönelik şiddet, “bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlamıştır. Sözleşmede “Aile içi şiddet”i tanımı ise, “mağdurla aynı ikametgâhı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında” şeklinde yapıyor.

 

Önemle belirtmek gerekir ki, sözleşmeye göre şiddet sadece evli bireyleri kapsamamaktadır. Şiddet her kim tarafından, nerede ve ne şekilde meydana gelirse gelsin engellenmesi gereken bir durumdur. Sözleşmede özellikle vurgulanan konu toplumsal cinsiyet eşitsizliği sebebiyle bireyin şiddet görmesidir. Toplumsal cinsiyetin yüklediği ikincil rol sebebiyle sadece kadınların değil ezilen, şiddete maruz bırakılan her bireyin yaşadığı şiddeti çözmeyi amaçlar.

Sözleşme, dört ana eksende ayrıntılı hükümler içermektedir.Bunlar:

  1. Önleme Politikası: Şiddetin çıkmaya cesaret bulamayacağı eşitlikçi bir toplum yaratılmalıdır. İmzalayan ülkelere şiddete karşı önleyici politikalar kurmasını belirtmektedir. Ülkeler bunu nasıl sağlayabilir?
  • Toplumsal cinsiyet eşitliğinin bütün topluma, toplumun her kesimine yayılması,
  • Toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili eğitimler verilmesi,
  • Kadınlara yönelik şiddetin kabullenilmesine neden olan tutumların, toplumsal cinsiyet rollerinin ve geleneksel düşünce ve inanışların değiştirilmesi
  • Mağdurlara destek olacak eğitimli bir kadro oluşturulması,
  • Farklı şiddet türlerinin olduğunun anlatılması (şiddetin sadece fiziksel olmayacağının belirtilmesi, cinsel, psikolojik ve ekonomik olarak da şiddet görülebileceği) ve bunların travma yaratıcı özellikleri hakkında farkındalık yaratılması
  • Milli Eğitim Bakanlığı ile ortak çalışılarak eğitimin her kademesinde, eşitliği ele alan konuların ders müfredatına dahil edilmesi
  • Herkesi bilgilendirebilmek adına medyayla, sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapılması.
  1. Koruma Politikası: Şiddet mağduru kadınların şiddet tehdidinden etken ve aktif olarak korunmasıdır.
  • Mağdurların ihtiyaçlarına ve güven içinde olmalarına en büyük önemin verilmesinin sağlanması
  • Mağdurlara ve çocuklarına psikolojik ve hukuki danışmanlığın yanı sıra tıbbi yardım da sağlayan özelleşmiş destek hizmetlerinin düzenlenmesi
  • Yeterli sayıda sığınma evinin tahsis edilmesi ve günün her saati kullanılabilecek ücretsiz telefon yardım hatları sağlanması.
  1. Etkin Kovuşturma Politikası : Şiddetin bir suç olarak yanımlanması ve düzgün işleyen bir ceza sisteminin ve yargılama faaliyetinin olmasıdır.
  • Kadınlara yönelik şiddetin suç sayılmasının ve gerekli cezaların verilmesinin sağlanması
  • Gelenek, töre, din, yada “namus” gerekçelerinin, herhangi bir şiddet eyleminin bahanesi olarak kabul edilmemesinin sağlanması
  • Soruşturma ve yargılama sürecinde mağdurların özel koruma tedbirlerinden yararlanmalarının sağlanması
  • Kolluk kuvvetlerinin yardım isteyenlere anında yardıma gidebilmelerinin ve tehlikeli durumlara yetkinlikle müdahale etmelerinin sağlanması.
  1. Bütüncül ve Destekleme Politikası : Belirtilen tüm tedbirlerin kapsamlı ve koordineli politikaların bir parçası olmasının sağlanması ve kadına karşı şiddete karşı bütüncül bir mukabelede bulunulmasının temin edilmesidir.

Sözleşme taraf devletlere, aşağıda belirtilen davranışlara yönelik cezai veya başka bir hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu kιlmaktadιr:

– ev içi şiddet (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik)
– taciz amaçlı takip;
– tecavüz dahil, cinsel şiddet;
– cinsel taciz;
– zorla evlendirme;
– kadınların sünnet edilmesi;
– kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama.

Ülkemizde son zamanlardaki tartışmalar ışığında baktığımızda İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların dayanaklarını şu şekilde özetleyebiliriz: Bunlardan ilki ve en önemlisi sözleşmenin aile birliğini bozması olarak ele alınmıştır. Zira iç hukuk yasamız olan 6284 sayılı  Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un 2. maddesinin a bendi, kanunun uygulanmasında İstanbul Sözleşmesi’nin esas alındığını belirtmektedir. Bu da iç yasalarımızın Avrupa Birliği kurallarına göre şekillendiği anlamına gelmektedir ve geleneksel kurallar bu bağlamda hiçe sayılmaktadır. Ayrıca Sözleşme 48. maddesi  “Taraflar işbu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.” Demekle şiddete uğrayan birey ile şiddet gösteren arasında “arabuluculuk / uzlaşma” kurumunu da yasaklamaktadır ve bu sözleşmenin ailelerin kendi iç dünyalarında çözebilecekleri durumlara sözleşmenin müdahalesi anlamına gelmektedir.

Bir diğer itiraz sözleşmenin cinsiyet kavramını kaldırmaya yönelik ve eşcinselliği özendirmeye yönelik hareket etme amacı taşıdığına ilişkindir. Özellikle 4. Maddesinin 3. Fıkrası hükmü gereğince; “Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin deceklerdir.” Demekle Sözleşme hükümlerinde cinsel yönelim ve cinsel kimliğe yönelik ayrım yapılmaması adına, bu olguların legallik elde ettiğini belirtmekte ve LGBTİ örgütlerinin bu sözleşmeye dayanarak, siyasi iktidarın LGBTİ haklarına dair ifadelerin ve statülerin anayasallaştırılması ve yasallaştırılması konusunda hukuki yükümlülüğü olduğunu ifade etmektedirler. Bu maddenin uygulanması sebebiyle ilkokul çapından başlayarak cinsiyetsiz bir toplum yetiştirme çabalarının ortaya çıktığı yönündedir. Ayrıca toplumsal cinsiyet savunucularının dine ve geleneksel değerlere bakışlarının yanlı olduğunu düşünmektedirler.

Tüm bunlara ek olarak, Sözleşmede ele alınan şiddet içeriğinin belirsiz olduğunu, çocuklukta kötü muameleye maruz kalma, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı, psikiyatrik bozukluklar, kumar gibi şiddeti önemli oranda artırdığı bilimsel olarak tespit edilen risk faktörlerine değinilmeden hazırlandığını ve şiddetin diğer bileşenlerini görmezden geldiğini, uygulandığı uzun zaman boyunca şiddeti önlemede yetersiz kaldığını zaten dünyanın birçok ülkesinde tepkiyle karşılandığını belirtmişlerdir.

Sonuç olarak Sözleşmenin iç hukukumuzdaki yerini, hukuki statüsünü açıklamakta fayda görmekteyim: 1982 Anayasası’nın 90. maddesinin 5. Fıkrasına göre, İstanbul Sözleşmesi kanun hükmündedir ve devamla 11.madde gereğince, İstanbul Sözleşmesi hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. İstanbul Sözleşmesi hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nede­niyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda İstanbul Sözleşmesi hükümlerinin esas alınması gerekmektedir. Peki yine tartışmaların odağındaki bir başka durum bu sözleşmeyi fesih edip edemeyeceğimiz noktasında toplanmaktadır. İstanbul Sözleşme bir Avrupa Konseyi sözleşmesidir, uluslararası bir sözleşmedir, Türkiye’nin tek taraflı olarak sözleşmeden çekilmesi ve uygulanmasının iptal edilmesi yönünde hukuken bir engel bulunmamaktadır.

Asıl önemli mesele kime yöneltilirse yöneltilsin şiddetin nasıl önleneceği, bunun için ne gibi yaptırımlar öngörüldüğüdür. Kelimeler, cümleler, uzun metinler, sözleşmelerdeki maddeler soyut kalmamalı, gerçekten caydırıcı olacak şekilde düzenlemeler yapılmalı ve herkesin hak ettiği güvenli yaşama ortamı hepimize sunulmalıdır. Hem de bir an önce.

Av. Tuğba ERTEN – Bursa Barosu

Konak Mah. Barış (120) Sk. No:3/10 Ofis Artı İş Merkezi Nilüfer / Bursa info@tugbaerten.av.tr

TBB Sicil No: 84545

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu